ABD ile Çin arasındaki teknoloji rekabeti, küresel diplomasinin yönünü laboratuvarlara, veri merkezlerine ve yapay zekâ platformlarına çevirdi. Kuantum teknolojisi, çip üretimi ve otonom sistemler, yalnızca ekonomik değil, kültürel ve ideolojik güç alanlarını da yeniden şekillendiriyor.
Türkiye ise bu denklemde teknoloji ithal eden değil, kendi sistemlerini geliştiren bir ülke konumuna yükseliyor. Savunma sanayiinde geliştirilen yerli platformlar, komuta-kontrol yazılımları ve sensör sistemleri, Türkiye’nin “teknoloji üreten ülke” kimliğini güçlendiriyor.
“TEKNOLOJİ ARTIK KÜLTÜREL DİPLOMASİ ARACI”
Ersöz, teknolojik dönüşümün sadece teknik değil, kültürel bir süreci de beraberinde getirdiğini belirterek, “Bugün veriyi kim anlamlandırabiliyorsa, küresel sistemde sesi o çıkıyor. Veri merkezleri artık sadece teknik altyapılar değil, modern diplomasinin karargâhları haline geldi” ifadelerini kullandı.
ABD’nin Virginia eyaletinde bu yıl yapılan veri merkezi başvuru sayısının bir önceki yıla göre yüzde 16 arttığını hatırlatan Ersöz, bu eğilimin “diplomasinin yeni cephesinin teknoloji alanına kaydığını” gösterdiğini söyledi.
“TEKNO-FEODALİZM” VE DİJİTAL HAKİMİYET
Modern dünyada veri akışının kontrolünün yeni bir “tekno-feodal” düzene işaret ettiğini dile getiren Ersöz, büyük dijital platformların yalnızca üretimi değil, insan davranışlarını da şekillendirdiğini ifade etti.
“Otomasyon artık sadece fabrikalarda değil, toplumların davranış kalıplarında da işliyor. Kültürler, değer sistemleri ve toplumsal koordinasyon teknoloji üzerinden yeniden inşa ediliyor” dedi.
“DEĞERLERİN MİLLİLEŞMESİ, KÜLTÜREL SAVUNMA HATTIDIR”
Teknolojik millileşmenin yalnızca donanım üretimiyle sınırlı olmadığını vurgulayan Ersöz, “Değerlerin millileşmesi” kavramının altını çizdi:
“Teknolojiyi kim geliştiriyorsa, sadece standartları değil; değer setlerini de ihraç ediyor. Kültürel hafızayı korumak, teknoloji çağında en güçlü savunma hattıdır. Kültürünü koruyan toplum, sadece teknoloji tüketmez; kendi hikâyesini de yazar.”