Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen: Yapay zeka insanları daha tahammülsüz hale getirebilir

Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen, yapay zekâ ve sosyal medyanın yalnızca bir araç olduğunu belirterek, bireyin yalnızlaşıp yalnızlaşmamasının esas olarak geçmişi, sosyal çevresi ve psikolojik dayanıklılığıyla ilişkili olduğunu söyledi.
Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen: Yapay zeka insanları daha tahammülsüz hale getirebilir

ABD’de biri 16, diğeri 14 yaşındaki iki gencin ChatGPT ile aylar süren sohbetlerin ardından peş peşe intihar etmesi, konunun ciddiyetini gündeme taşıdı. Sosyal ve duygusal gelişimleri devam eden gençler, sabırla dinlenmediklerini düşündüklerinde, yargılamadan yanıt veren yapay zekayı “en yakın arkadaş” olarak görebiliyor. Peki, kırılgan bir dönemden geçen ergenler için ebeveynler nasıl sınırlar koymalı? Ekoltv.com.tr’den Senem Uluhan’a konuşan Psikiyatrist/Psikoterapist Dr. İbrahim Bilgen, ebeveynliği sağlam bir bina kurmaya benzetiyor. Ona göre bina, üzerine inşa edilen sağlıklı ilişkilerden oluşur; ancak temeli sağlam değilse, ne kadar kat çıkılırsa çıkılsın o bina eninde sonunda yıkılır.

screenshot-2025-09-05t100813.jpg

“İNSANLAR DAHA DA YALNIZLAŞABİLİR.”

Gençlerin yapay zekâ ile sohbet uygulamalarına bu denli ilgi göstermesinin nedeni, yargılanmadan dinlenme ihtiyacı mı?

Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen, yapay zekâ ile kurulan ilişkilerin bireyin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendirirken önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Geçmişte mobbing gibi travmatik deneyimler yaşamış, yalnızlaşmış bir bireyin yapay zekâyla kurduğu dostane iletişim, zamanla ters etki oluşturabilir mi?

Bilgen, böyle bir durumda bireyin zihninde “Artık gerçek arkadaşın kalmadı. Sadece bir makineyle konuşuyorsun. Diğer insanlar bu makine gibi sana kibar davranmıyor” gibi düşüncelerin belirip öfke ve çaresizlik hissi oluşturabileceğini, bunun da bazı olumsuz sonuçları tetikleyebileceği ihtimalini hatırlatıyor. Ancak bu tür varsayımlar henüz yalnızca birer hipotezdir. Bu düşüncelerin teoriye dönüşebilmesi için araştırmalarla desteklenmesi ve özellikle birey temelli incelenmesi gerekir.

whatsapp-image-2025-09-04-at-15-47.jpg

YAPAY ZEKA VE YALNIZLAŞMA

Dr. Bilgen, buradaki temel meselenin aslında yalnızlaşmak olduğunu vurguluyor. Mekanik yollarla kurulan iletişim, bir yalnızlık sonucu olabileceği gibi, sürekli kibar ve sabırlı yanıtlar veren bir yapay zekâya alışmak da kişiyi gerçek hayattaki zorluklara karşı daha tahammülsüz hâle getirebilir. Çünkü insanlar makineler kadar anlayışlı ve tutarlı değildir. Bu durum, kişinin sosyal ilişkilerden daha fazla çekilmesine, böylece yalnızlığının daha da derinleşmesine neden olabilir.

Özellikle günümüzde bu tür yalnızlaşmalar oldukça yaygındır. Teknolojinin gelişmesi birçok kolaylık sağlarken, bireyleri giderek daha fazla kendi kabuğuna çekmektedir. Sosyal medya ise bu yalnızlığı yeni biçimlerde derinleştiriyor. Sürekli başkalarıyla kendini kıyaslamak, bir şeyleri kaçırma korkusu (FOMO) yaşamak, bireylerin kendi değerini sorgulamasına neden olmak gibi.

whatsapp-image-2025-09-04-at-15-47-001.jpg

TEKNOLOJİNİN AŞIRI KULLANIMI

Dr. Bilgen’e göre, teknolojik araçlar ister yapay zekâ ister sosyal medya olsun yalnızca araçlardır. Bu araçların bireyi yalnızlaştırıp yalnızlaştırmadığı, bireyin geçmişi, sosyal çevresi, psikolojik dayanıklılığı ve yaşadığı olaylarla doğrudan ilişkilidir.
Bilgen, kendisine göre asıl meselenin “yalnızlaşmak” olduğunun altını çiziyor. Yapay zekâdan önce de teknolojinin aşırı kullanımı insanları yalnızlaştırıyordu. Yalnızlaşan bireylerin depresyona girme olasılığı ise çok daha yüksektir.

Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen, üçüncü kuşak terapilerde “Kabul ve Adanmışlık Terapisi” alanında görev yapan 116 eğitmenden biri olarak ülkemizi temsil ediyor. Ayrıca oluşturulan 10 kişilik kurulda, yapay zekâ ile yapılacak terapilerin insanı nasıl doğru yönlendirebileceği üzerine yapılan değerlendirmelerin metin hali yakında yayınlanacak.

DAHA HIZLI YANITLAR VEREBİLİYOR AMA...

Gençlerin yapay zekâ ile sohbet uygulamalarına bu denli ilgi göstermesinin nedeni, yargılanmadan dinlenme ihtiyacı mı?

Bilgen, yapay zekânın yüklenen bilgileri çok hızlı ilişkilendirerek insan zihnine benzer ama daha hızlı yanıtlar verebiliyor. Ancak bu yanıtlar sadece sözel ve bilgiye dayalıdır. Oysa terapi süreci çok daha fazlasıdır. Terapist, kişinin ses tonu, göz hareketleri, beden dili gibi ince ipuçlarından kişinin içsel deneyimlerini anlar. Üçüncü kuşak terapilerde bu bağlamsal bilgiler, şefkat odaklı yaklaşımlarla kişinin davranış değişikliği ve beyinde kalıcı nöronal değişimler (nöroplastisite) yaratmak için kullanılır.

Öte yandan Bilgen, Epigenetik araştırmaların bu süreci desteklediğini ifade ediyor. Psikolojik durumların genetikten çok çevresel ve davranışsal etkilerle şekillendiği ortaya çıkıyor. Örneğin, anksiyetesi olan annenin çocuğu, genetikten çok annenin davranışlarını modelleyerek kaygı geliştirebiliyor. Farkındalık temelli terapilerle annedeki değişiklikler, çocukta bile olumlu beyinsel etkiler yaratabiliyor. Bu da psikolojik esneklik ve farkındalığın nesiller arası aktarımda kalıcı etkisi olduğunu gösteriyor.

YAPAY ZEKANIN ALGILAYAMADIĞI DERİNLİK

Bilgen’e göre terapi sadece bilgi almak değildir. Kişinin değerleri doğrultusunda yaşamasına destek olmak ve engellerini aşmasına yardımcı olmaktır. Yapay zekâ ise göz teması kurmaz, ses tonundaki duyguyu anlayamaz ve davranışların ardındaki işlevi sezemez. Bu nedenle yapay zekânın terapist gibi görülmesi yanlış yönlendirmelere yol açabilir.

Öte yandan terapistler olarak yapay zekâdan öğreneceğimiz çok şey var; yapay zekâ sürekli gelişiyor ve biz de kendimizi geliştirmeye devam etmeliyiz. Ancak gelişimimizi tamamen yapay zekâya bırakmak yeteneklerimizin körelmesine neden olur.

Bilgen’e göre, sonuç olarak yapay zekâ çok faydalı bir yardımcıdır fakat insan-insan ilişkisini, terapist-danışan bağını hiçbir zaman tam anlamıyla yerine koyamaz. Çünkü terapi, danışanı onaylamak değil, ona kendi değerleriyle uyumlu bir yaşam kurması için eşlik etmek, tıkanıklıkları aşmasına yardımcı olmak ve davranış değişikliği yaratmaktır. Bu derin eşlik yalnızca insanlara özgüdür.

5689685.jpg
Dr. İbrahim Bilgen

EBEVEYN EVLAT ARASINDAKİ DENGE

Özellikle kırılgan bir dönemden geçen ergenler söz konusu olduğunda, ebeveynler sınırları nasıl koymalı ve bu sınırları nasıl koruyabilmelidir?

Dr. İbrahim Bilgen, hepimizin sevgisini kazanmış Doğan Cüceloğlu’nun cümlesini hatırlatıyor. “Ergenle kurduğunuz ilişki bir yumurtayı avuçta tutmaya benzer. Yumurtayı çok sıkarsanız avucunuzda kırılır, çok gevşek bırakırsanız yere düşer ve yine kırılır. Amacımız yumurtayı kırmamaktır.”

Bilgen, ergenlik dönemindeki çocuklarla kurulan ilişkinin ne kadar hassas bir dengeye sahip olduğunu vurguluyor. Bu süreci, kabuğunu geliştirmeye çalışan bir yengecin savunmasız dönemine benzetiyor. Çünkü bu dönemde yaşanan bir “çizik”, bireyin ruhunda ömür boyu kalıcı izler bırakabilir.

Ebeveynler olarak çocuklarımıza her yaşta örnek oluruz. Tıpkı dili çevremizden modelleyerek öğrendiğimiz gibi, davranışlarımızı da öğreniriz. Bu nedenle ergenlikte olduğu kadar çocukluğun her döneminde, değer odaklı bir yaşamı modellemek büyük önem taşır. Değerlerine sahip çıkan ebeveynlerin çocukları da hayatta sağlam temeller üzerinde yürür.

EBEVEYNLİKTE SINIRSIZLIK VE SINIRLARIN DENGESİ

Dr. Bilgen, ebeveynliğin bazı konularda sınırsız, bazı konularda ise dikkatli bir sınırlandırma gerektirdiğini söylüyor. “Sınırsız olun” denilebilecek üç temel alanı şöyle sıralıyor:

- Değerlerde sınırsızlık: Yaşam değerlerinize sahip çıkmak konusunda tutarlı ve kararlı olun.
- Dinlemede sınırsızlık: Çocuğunuzu yargılamadan, sadece dinlemeye açık olun.
- Sevgide sınırsızlık: Koşulsuz sevgi gösterin. Çocuğunuzu yaptığı şeylerle değil, varlığıyla değerli hissettirin.

KAYGI, KORKU VE DEPRESYONA NEDEN OLABİLİR

Buna karşılık, koşullu sevgide sınırlı olun. “Başarılı olursan değerlisin” gibi mesajlar, ergenlerde kaygı, korku ve depresyona neden olabilir. Oysa bir çocuğa “Senin sorunların benimkilerden daha önemli” diyebilmek, ona koşulsuz kabulü hissettirir. Böyle çocuklar ailesinden gizli yaşamaz, sorunlarını paylaşır ve destek alacaklarını bilir.

Nerede sınırsız, nerede sınırlı olunacağını bilmek ve bunu kararlılıkla uygulamak; güçlü bireyler, sağlam ilişkiler ve huzurlu bir aile yapısının temelidir.

Bilgen, tüm bu sınırsızlıkların yanında, ebeveynliğin arkadaşlıkla karıştırılmaması gerektiğini vurguluyor. Ebeveynler çocuklarıyla arkadaş gibi olabilir ama bu ilişkinin sınırları iyi belirlenmeli. Gerçek arkadaşlık değil, sağlıklı bir rehberlik sunulmalıdır.

EN DEĞERLİ VARLIĞIMIZ ÇOCUĞUMUZ

Ebeveynlikte temel amaç huzur arayışı değil, değerler doğrultusunda davranmak olmalıdır. Çocuğun huzuru, ebeveynin en büyük huzuru hâline gelir. Çünkü en değerli varlığımız çocuğumuzdur.

Dr. Bilgen ebeveynliği sağlam bir bina kurmaya benzetiyor. Temel, değerlerde, sevgide ve dinlemede sınırsızlık ilkesidir. Bina, bunun üzerine kurulan sağlıklı ilişkilerdir. Ancak temel zayıfsa, üstüne ne kadar kat çıkarsanız çıkın bina yıkılmaya mahkûmdur.
Maddi destekle bu temeli telafi etmeye çalışmak, sınırlı olunması gereken bir konuda sınırsız davranmak olur ki bu da yapının kırılgan hâle gelmesine neden olur.


Dr. İbrahim Bilgen
Psikiyatrist / Psikoterapist
Uluslararası ACT Eğitmen ve Süpervizörü

Kaynak:ekoltv.com.tr

Yaşam