Yıllar önce New York’ta bir bardaydım.
İki yanımda bar sandalyesinde saatlerce oturan yaşlı bir adam hesabı istedi, kalktı ve gitti.
O adam çıkarken, arkadaşım içeri giriyordu. Heyecanla koştura koştura yanıma gelen arkadaşım “Merhaba” demeden “O kimdi, biliyor musun?” dedi.
“Yooo, bakmadım; kim olduğunun da farkında değilim...” dedim.
“Bob Dylan” dedi.
Arkadaşım ve barda çalışan barmenin söylediğine göre, iki yanımda bar sandalyesinde oturan amca “Bob Dylan’dı.”
İkisi birden “Evet, oydu” deyince, bu beyanları esas alarak ben de “Demek oymuş...” dedim.
Farkında değilim.
Anı kumbarama attığım keyifli bir hikayedir bu.
Geçenlerde nazlana nazlana aniden Stockholm’e gittim.
Meğer şehirde kollarını açmış, beni bekliyormuş.
Hepsi tesadüf oldu; Lady Gaga, Bob Dylan, Stockholm Jazz Festivali derken peş peşe birbirinden keyifli etkinliklerde yer aldım.
Lady Gaga konserini bir önceki yazımda yazmıştım.
Gerçekten harika bir gösteriydi; inanılmaz zamanlar geçirdim.
Stockholm Jazz Festivali'nde de çok güzel grupları ve sanatçıları dinleme fırsatı yakaladım.
Gelelim Bob Dylan konserine.
Konsere gidenlerin hayatında yaşadıkları en ilginç deneyim olduğunu düşünüyorum.
Ya da bir çoğu için...
Çünkü Bob Dylan konserinde cep telefonu yasaktı.
Sanatçı, “Fotoğraf çekmek için yaşamıyorsunuz...” demiş ve kesinlikle cep telefonlarıyla konsere girmeyi yasaklamış.
Sanırım en son cep telefonsuz bir konsere, cep telefonu icat edilmeden önce gitmiştim.
Hele son yıllarda cep telefonu olmadan yaşamak imkansız hale geldi.
Daha birkaç gün önce Lady Gaga konseri, sanki cep telefonuyla çekimler yapılması için planlanmış gibiydi.
Lady Gaga, Stockholm’deki Avicii Arena’da 50 bin kişilik alanda tek gece değil, 15 bin kapasiteli kapalı diğer alanda “Bizbize olalım, seyirciyle daha yakın duralım” mantığıyla yapmış gibiydi.
Üç ayrı gece sahne aldı.
Konsere gidenler, konseri telefon ekranından izlediklerini tahmin ediyorum.
Çünkü herkes Lady Gaga’yı saniye saniye çekiyordu.
Bob Dylan ise tam tersiydi.
Evde YouTube’dan şarkılarını açıp dinlemek gibiydi.
Yaşlı amca piyanosunun başına oturdu ve şarkılarını seslendirdi.
Peki, nasıl oldu?
Yondr sistemiyle cep telefonları kesenin içine konuyor ve kese özel bir şekilde kitleniyor.
Telefonu kullanmak isteyen, konser salonunun dışına çıkıyor ve görevli özel olarak keseyi açıyor.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde okullarda ders esnasında öğrencilerin telefonla ilgilenmemesi için yapılan bir yöntem olarak biliniyor.
İşte Bob Dylan konseri de aynen öyle oldu.
Telefonumuz bir keseye kondu, kesenin ağzı kapatıldı; konser boyunca insanlar oturup sanatçının birbirinden keyifli şarkılarını eşlik ederek dinledi.
Bob Dylan ilginç bir insan.
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığında epey bir süre ödülü almamış, Nobel komitesi Dylan’a ulaşamamıştı.
Efsane sanatçı, “Shut the light, shut the door / You don't have to worry any more / I'll be your baby tonight” seslendirerek başladı konsere; yani Türkçe, “Işığı kapat, kapıyı kapat / Artık endişelenmene gerek yok / Bu gece senin bebeğin olacağım” dedi.
Ardından sırasıyla bu şarkıları seslendirdi.
• I’ll Be Your Baby Tonight
• It Ain’t Me, Babe
• I Contain Multitudes
• False Prophet
• When I Paint My Masterpiece
• Black Rider
• My Own Version of You
• To Be Alone with You
• Crossing the Rubicon
• Desolation Row
• Key West (Philosopher Pirate)
• Watching the River Flow
• It’s All Over Now, Baby Blue
• I’ve Made Up My Mind to Give Myself to You
• Mother of Muses
• Goodbye Jimmy Reed
• Every Grain of Sand
Şimdi gelelim yazının başına; hani New York’ta benim tanımadığım ancak saatlerce aynı barda birlikte oturduğumuz o gün vardı ya.
Şimdi düşünüyorum da, iyi ki o gün tanımamışım. Yoksa ben Bob Dylan’ın kare kare fotoğrafını çekecektim, birlikte fotoğraf çektirmek için ısrar edecektim.
Kesin Bob Dylan beni tersleyecekti; ben yine ısrar edince keyfi kaçacak, mekanı terk edecek ve keyifle geçireceği zamanı engelleyecektim. Böylesine önemli bir insanı ısrarcı tavırla üzebilirdim.
Türkiye’de cep telefonsuz konser nasıl olur?
Gerçekten, düşünmesi bile saçma geliyor. Türkiye’de cep telefonuyla bir konsere girmek yasak olsa, inanın kimse o konsere gitmez. Ne kadar doğru bilmiyorum, ancak Tarkan 2026 yılı içinde konser serisine başlayacakmış. İddia ediyorum, Tarkan dahi olsa cep telefonlarının konser boyunca yasak olduğunu ilan etse, kimse o konsere gitmez. Günümüzde insanlar konserlere müzik dinlemek ve gösteriyi izlemek için değil, Instagram paylaşımı yapmak için gidiyorlar. Tiyatroda bile gizli gizli çekim yapan seyirciye şahit oldum. Yok arkadaş, bu iş Türkiye’de tutmaz. Okullar için ise düşünülebilir bir yöntem olabilir.
Kadınların markası, kadınların başarısı
Kadınların iş alanında erkeklerden bağımsız attıkları her adımı takdirle takip ediyorum.
Bu yazıda okuyacağınız ismi sanırım birçoğunuz yakından tanıyorsunuz.
Filli Boya’da yıllarca halkla ilişkilerin başında oldu.
Ardından GAİN’de benzer bir görevde bulundu.
Sonra emekli oldu derken şimdi ise doğal yaşam savunucusu olarak Harbor Doğal Sabun ve Kozmetik ürünler markasını oluşturdu.
Bahsettiğim kişi Selda Uzun.
Yıllarca beyaz yaka olarak çeşitli markalarda görev yapmanın ardından kendi markasıyla hepimizin karşısına çıktı.
İş ortağı Sinem Hanım ile birlikte kurduğu Harbor markası, birbirinden sağlıklı sabun ve kozmetik ürünler sunuyor.
Selda’yı tebrik etmek için aradım çünkü burada altını çizmek istediğim nokta, ticariden daha ziyade sağlıklı bir hayat oluşturmanın temel zincirine katkı sağlaması.
Telefonda biraz sohbet ettik. “Kadın olarak sağlıklı, doğal bir çalışmanın içinde olmayı tercih ettim” dedi.
Nedir bu sabunun sırrı diye sorduğumda “Biz doğal, sıcak pres ürünler üretiyoruz. Sağlığımız sadece beslenme, psikolojik olarak zinde olmanın yanı sıra temizlik ve güzellik ürünlerinin doğallığı da önemli...” dedi.
Marka temelinde sosyal sorumluluk çerçevesinde olaya yaklaşıyor.
Evlerden uzak olsun, ancak son yıllarda erkek ya da kadın kanserleri hepimizin çevresinde çok sık karşılaştığımız bir durum.
Doğal ürünlere de ilgi o nedenle arttı.
Selda ve Sinem de, hem güzel bir cilt hem de sağlıklı bir hayat için adım atmışlar. İki kadın girişimciyi kutluyorum.
Umarım burada kadınların yaptığı tarz çalışmalara daha çok yer veririm.
Kadın girişimcileri kutluyorum. Umarın sayıları artar ve bizlerde bu haberleri bolca yaparız.
Amerikalılar Trader Joe’s ile Türk simidini sevdiler; İzmit simidi olsa bayılırlar
Bir İzmitli olarak, ülkenin her şehri ile İzmit simidini yarıştırırım.
Vedat Milör’e göre de İzmit simidi, açık ara diğer şehirlerin simitlerine göre lezzet açısından öndedir.
Ankara, İzmir, İstanbul ve Eskişehir simitleri de fena değil; ancak İzmit’in simidi, açık ara diğer illerin simitlerine göre lezzetlidir ve çıtırdır.
Gevreğinin lezzeti ve içinin pişkinliği farklıdır. Harbiden memleketçilik yapmadan, tarafsız bir şekilde kaleme alıyorum bu yazıyı.
Bir simit tutkunu olarak, New York’ta yaşadığım yıllarda Amerikalıların susamlı bagel ekmeğini alır, simit özlemimi gidermeye çalışırdım.
Hiç benzemez ama işte, idare ederdim.
Sonra New York 5. Cadde’de Simit Sarayı açıldı. New Yorklular kısmen simit ile tanıştılar; ancak bu tanışma uzaktan bir tanışma oldu.
Çünkü Amerika’da ürün marketlere girdi mi, tüketici ile tanışma daha farklı oluyor.
Gel zaman git zaman, Amerika’da sevdiğim Trader Joe’s Market “Ankara simiti” adı altında dondurulmuş paket içinde 4 simit satmaya başlamış. Artık Amerika’da değilim; ancak yine de bu habere sevindim.
Dört dondurulmuş simidi 3.49 dolara satıyorlar.
Üstüne bir de oylama yapmışlar ve yüzde 55 oy oranı ile beğeni almış.
Trader Joe’s, Ankara değil, bir de İzmit simidi satıyor olsaydı, o oylamada oran yüzde 100 olurdu.