Türkiye’nin sarsıcı gerçeklerinden biri olan deprem, gündemden düşmüyor. 6 Şubat 2023’te yaşanan Kahramanmaraş merkezli felaketin ardından gözler tekrar Marmara’ya çevrildi. Televizyonlarda, sosyal medyada, haber sitelerinde sık sık “Büyük Marmara Depremi yaklaştı” ya da “Artık risk azaldı” gibi çelişkili yorumlar duyuluyor. Peki bu açıklamaların bilimsel bir karşılığı var mı? Depremlerle ilgili erken uyarı sistemleri gerçekten işe yarıyor mu? İstanbul’un yapı stoğu ne kadar güvenli? Tüm bu soruları ekoltv.com.tr’den Senem Uluhan, Türkiye’nin önde gelen yer bilimcilerinden Prof. Dr. Şerif Barış’a yöneltti. Barış, röportajda soru işaretlerini giderdi, hem de bilimsel verilerle uyarılarını paylaştı.
“Büyük depremi atlattık” ya da “felaket kapıda” gibi çelişkili açıklamaları sıkça duyuyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Veriler bize ne söylüyor?
Prof. Dr. Şerif Barış, bu iki karşıt görüşün de gerçekleri tam olarak yansıtmadığını belirtiyor. Türkiye’de özellikle Marmara Bölgesi’nde geçmiş 2000-2500 yıllık tarihsel kayıtlar incelendiğinde İstanbul ve çevresini etkileyen çok büyük yıkıcı depremlerin yaşandığını hatırlatıyor. Bu depremlerin bazıları 500 yılda bir, bazıları ise 250 yılda bir tekrar ediyor.
"FELAKET KAPIDA DEMEK KADAR TEHLİKE GEÇTİ DEMEK DE TEHLİKELİ!"
23 Nisan 2025’te yaşanan 6.2 büyüklüğündeki depremin ardından, hâlâ kırılmamış olan bir fay segmentinin —Büyükçekmece’den Boğaz’a kadar uzanan bölümde— yer aldığını vurgulayan Barış, bu segmentin 6.5 ila 7.3 büyüklüğünde bir deprem üretme potansiyeline sahip olduğunu söylüyor. Aynı şekilde Adalar Fayı’nın da hâlâ kırılmamış olabileceği görüşü bazı araştırmacılar tarafından savunuluyor. 1894 İstanbul depreminin kesin konumu bilinmediği için bu konuda çeşitli senaryolar gündemde. Dolayısıyla “Büyük depremi atlattık” söylemi kadar, “felaket kapıda” ifadesi de bilimsel gerçeklerle örtüşmüyor.
7.3 DEPREM OLASILIĞI YÜZDE 47
2016 yılında yapılan bir çalışmaya göre, 7.3 ve üzeri bir depremin İstanbul açıklarında meydana gelme olasılığı önümüzdeki 30 yıl içinde yüzde 47 olarak belirlenmiş durumda. Bu oran, hazırlıklı olunması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Barış’a göre bu tür belirsizlikler nedeniyle, insanlar iki uca savruluyor: Ya korkuyla yaşıyorlar ya da tamamen rehavete kapılıyorlar. Oysa gerçek olan şu: Bu bölgede hasar verici bir depremin olma ihtimali var. Ve bizlerin birey olarak, aile olarak, toplum olarak bu gerçeğe göre önlem almamız gerekiyor.
Marmara Denizi’nde biriken enerji ve gerilim göz önüne alındığında, İstanbul için güncel risk ne düzeyde?
Barış, enerji ve gerilim birikiminin doğrudan ölçülemediğini belirtiyor. Yani “şu kadar enerji birikti, şu tarihte kırılacak” gibi bir yorum bilimsel olarak mümkün değil. Ancak tarihsel verilerden, aletsel gözlemlerden ve fay mekanizması analizlerinden elde edilen bilgilerle biriken gerilimin belirli dönemlerde büyük depremleri tetikleyebileceği öngörülebiliyor.
Örneğin, 6.2 büyüklüğündeki bir deprem, bir bölgedeki gerilimi kısmen boşaltabilirken, çevresindeki faylara gerilme transferi de yapabilir. Bu da başka segmentlerde yeni depremleri tetikleyebilir. Bu nedenle “deprem riski azaldı” demek, özellikle bu tür transferler değerlendirilmeden mümkün değildir.
"ZAMAN KISA"
Barış, 2016’da yapılan olasılık çalışmasını hatırlatarak, bu araştırmada 7.3 büyüklüğünde bir depremin 30 yıl içinde olma olasılığının %47 olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu oran yeni depremlerle birlikte biraz artmış olabilir ancak yeniden hesaplanması gerekir. Özetle, büyük deprem için uzun yıllar olabilir ama küçük ve orta büyüklükteki depremler için zaman daha kısa.
Deprem bilincini artırmak için sadece vatandaşın değil, yerel yönetimlerin ve devletin rolü ne olmalı?
Barış’a göre afet bilinci geliştirmek sadece vatandaşın değil, tüm kurumların ortak görevi. AFAD, belediyeler, STK’lar ve MEB gibi kurumlar zaten eğitim seminerleri düzenliyor. Yeni müfredatla birlikte ilkokuldan liseye kadar her sınıf düzeyine deprem bilinci eğitimi getirildi. Ancak bu tek başına yeterli değil.
Barış’ın önerisi: Uygulamalı eğitim merkezleri… Simülasyonlarla desteklenen afet merkezleri kurularak hem çocuklara oyunla hem de yetişkinlere pratik bilgilerle eğitimler verilmeli. Özellikle çalışan kadınlar, ev hanımları, yaşlılar ve çocuklar hedef gruplar olmalı.
Bu çalışmaların etkili olması için medya ile iş birliği şart. Televizyonlarda yayımlanacak kısa, çarpıcı videolar, sosyal medya kampanyalarıyla desteklenmeli. Bu noktada büyük şirketlerin sosyal sorumluluk projeleri de devreye girmeli.
Depremle ilgili yapılan tatbikatlar sizce yeterli mi? Bu tür hazırlıklar, deprem anında korunmamız için ne kadar etkili?
Tatbikatların sadece prosedür olarak yapılması, toplumsal dönüşüm sağlamaz. Barış’a göre Japonya, ABD gibi ülkelerde gerçekçi senaryolarla yapılan tatbikatlar hayat kurtarıyor. Türkiye’de ise genellikle bir “şov” havasında yapılıyor.
Gerçekçi tatbikatlar için şu kriterler gerekiyor:
- Kendi içinde ekip oluşturulmalı (ilk yardım, tahliye, yangın söndürme vb.)
- Tatbikatlar haberli, habersiz, masa başı gibi çeşitli türlerde yapılmalı
- Aileler de kendi aralarında basit tatbikatlar yapmalı (çök-kapan-tutun, toplanma alanına gitme gibi)
Barış, kas hafızasının ancak uygulamayla kazanılabileceğini ve afet anında doğru reflekslerin böyle gelişeceğini belirtiyor.
İstanbul’daki yapı stoğu göz önüne alındığında en büyük risk nereden kaynaklanıyor?
Barış, yapı stoğu denince sadece eski binaların değil, kötü malzeme kullanımı ve denetim eksikliği olan yapıların da değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Özellikle yaz aylarında yapılan, nemli ortamda bekleyen, yeterli donatısı olmayan betonların riski büyük.
Her bina kendi özelinde değerlendirilmeli. Hızlı tarama testleriyle risk belirlenmeli; gerekiyorsa karot analizi yapılmalı. Bu işlemler yapıldığında binanın yıkılıp yıkılmayacağı anlaşılır, ama hiçbir işlem yapılmadan “şu bölge çürük” demek doğru değil.
Erken uyarı sistemleriyle ilgili halk arasında büyük bir beklenti oluştu. Bu sistemler gerçekten hayat kurtarır mı?
Erken uyarı sistemleri depremi “önceden haber vermez”. Deprem başladıktan sonra yayılan P dalgasını algılayarak, daha yavaş gelen yıkıcı S dalgası ulaşmadan birkaç saniye içinde uyarı verir. Bu saniyeler, doğalgaz ve elektrik kesintisiyle yangınları önleyebilir; trenlerin, metro hatlarının, fabrika makinelerinin durdurulmasını sağlayabilir.
23 Nisan depreminde, Marmara’da fayın üstüne kurulu istasyonlarla çalışan sistem başarıyla sinyal verdi. Ancak birçok mobil uygulama bu sistemi sağlayamıyor çünkü şehir içi veya karadaki istasyonlar yeterli değil.
Fay hattı üzerine kurulan sistemler ise gerçekten işe yarıyor. Japonya’da bu sistemler sayesinde 2011’deki 9 büyüklüğündeki depremde trenler devrilmedi, ölü sayısı 18 binlerde kaldı. Aksi halde yüz binlerce can kaybı olabilirdi.
Sizce deprem korkusu yönetilebilir bir şey mi? Sürekli uyarılar halkı hazırlıklı mı yapıyor, yoksa yoruyor mu?
Barış’a göre korku, doğru bilgiyle yönetilebilir. Medyada sürekli felaket söylemleri halkı korkutmaktan başka işe yaramıyor. 6 Şubat depremlerinde yıkılan binaların oranı sadece %2,5 civarındaydı. Yani binaların %97’si ayakta kaldı.
Deprem korkusu “bütün binalar yıkılacak” düşüncesiyle birleştiğinde panik başlıyor. Bu panik, insanları balkondan atlamaya kadar götürebiliyor. Oysa doğru eğitim, doğru bilgi ve pratikle bu korku yönetilebilir.
Barış, afet eğitimi verirken travma uzmanlarıyla birlikte çalıştıklarını söylüyor. İnsanların korku reflekslerini kontrol etmeyi öğrenmesi gerekiyor.
Bilim insanlarının halka açıklama yaparken nasıl bir dil kullanması gerekiyor?
Barış, bilim insanlarının kişisel görüşlerini bilimsel gerçek gibi sunmaması gerektiğini vurguluyor. Zaman, yer ve olasılık belirtilmeden yapılan “deprem tahminleri” doğru değil. Sismoloji eğitimi olmayan kişilerin yaptığı açıklamalar ise halkta panik yaratıyor.
Örneğin “öncü deprem” bir depremden sonra anlaşılabilir; önceden bilinemez. Aynı şekilde “artçı depremler bitti” gibi söylemler, sismoloji bilmeden yapılan hatalardır. Bilim insanları kamuya konuşurken çok dikkatli bir dil kullanmalı.
Sizce cep telefonlarına indirilen uygulamalar halkı daha bilinçli mi yapıyor, yoksa daha da tedirgin mi?
Barış’a göre bu tamamen uygulamanın içeriğine bağlı. Sadece alarm veren uygulamalar insanları korkutur. Ama eğitim modülleri içeren, doğru davranışları öğreten uygulamalar halkı bilinçlendirir.
Japonya ve ABD gibi ülkelerde bu tür uygulamalar sayesinde insanlar refleks geliştiriyor. Türkiye’de de bu konuda nitelikli, yerli yazılımlar desteklenmeli. Panik yerine bilgiyle donanmak, her zaman daha sağlıklı.
Hazırlayan: Senem Uluhan
Röportaj: Prof. Dr. Şerif Barış