Bahçeli: NATO’nun ötesinde Türkiye’nin tarihsel vizyonuyla her iki yöne bakma zamanı gelmiştir

MHP Lideri Devlet Bahçeli, TRÇ (Türkiye–Rusya–Çin) ittifakını NATO’nun yerine geçecek bir askerî blok değil; enerji, lojistik, finans ve teknoloji temelli çok katmanlı bir ortaklık olarak tanımladı. “NATO hayati önceliklerimizi görmezden geliyorsa her iki yöne bakma zamanı gelmiştir” dedi. Bahçeli, Türkgün’de yayınlanan TASAV Başkanı ve MHP Gn. Bşk Yrd. İsmail Faruk Aksu’ya verdiği röportajda kritik açıklamalarda bulundu.

Soğuk Savaş sonrası düzensizleşen küresel sistem, Gazze ve Suriye’deki gerilimler ile Rusya–Ukrayna savaşını hatırlatan Bahçeli, Türkiye’nin tek eksenli dış politikayı aştığını ve Avrasya’da eşit paydaşlığa dayalı yeni bir yakınsamanın mümkün olduğunu söyledi. TRÇ’nin öncelikle sivil-ekonomik sütunlarda (enerji, ulaştırma, sanayi/teknoloji, finans, kriz diplomasisi) kurumsallaşabileceğini belirten Bahçeli, NATO üyeliğiyle çelişmeyen bu çerçevenin Türkiye’ye stratejik çeşitlenme ve pazarlık gücü kazandıracağını ifade etti.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, geçtiğimiz günlerde gündeme getirdiği Türkiye, Rusya ve Çin odaklı TRÇ İttifakı önerisini Türk Akademisi Siyasi Sosyal Stratejik Araştırmalar Vakfı Başkanı ve MHP Ekonomik ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İsmail Faruk Aksu’ya değerlendirdi.

SAVAŞLAR, KRİZLER, KATLİAMLAR VE GÖÇLER

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Türkiye–Rusya–Çin (TRÇ) İttifakı önerisinin içeriğiyle ilgili şunları söyledi:

Bu soruya cevap verirken biraz geriye gidip vaki gelişmeleri değerlendirmekte yarar olacaktır. Soğuk Savaşın bitişinden itibaren hep bir Yeni Dünya Düzeni’nden bahsedildi. Bununla birlikte 21.yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna geldiğimiz hâlde ortada herhangi bir hukuka, nizama dayalı bir düzen halâ yoktur. 1990’lardan günümüze, ikili uyuşmazlık ve çatışmaların, bölgesel savaşların, krizlerin, katliamların, göçlerin ve diğer insani felaketlerin ardı arkası kesilmemiştir. Uluslararası sistemin anarşik bir yapısı olduğu öteden beri söylenir ve doğrudur ancak bugün gelinen nokta tam bir kaos hâline işaret etmektedir.

NETANYAHU, 6 DEVLETE BİRDEN SAVAŞ İLAN EDİYOR

Gazze’de yaşanan soykırım ve insanlık dramı bunun son ve belirgin örneklerindendir. Netanyahu hükümeti sadece Gazze’de insanlığa karşı suç işlemekle yetinmemekte, etrafındaki 6 devlete adeta savaş ilan etmekte, saldırmaktadır. (Filistin, Lübnan, Yemen, İran, Suriye, Katar) Tüm bölgeyi ateşe atacak saldırganlıklara da tevessül etmektedir. Bu cüretkâr saldırılarda, sivil masumlar yanında en üst devlet yetkilileri, müzakere heyetleri, ordu komutanları, bilim adamları, diplomatlar veya gazeteciler de hedef alınıp katledilebilmektedir. Bütün bunlar olurken, savaşları sona erdirme vaadiyle iktidara gelen Trump ABD’si tam kadro İsrail’in yanında yer alıp onun hukuk tanımaz eylemlerine filli destek vermektedir.

Bütün bunlar Türkiye’nin hemen yanı başında yaşanmakta ve ciddi çatışma riskini de beraberinde getirmektedir.

SURİYE’DE YAŞANAN GELİŞMELER

Bakınız Suriye’de bir yönetim değişikliği oldu, 53 yıllık bir totaliter rejim devrildi ve Suriye halkının ezici çoğunluğu bu gelişmeyi bayram havasında karşıladı. Yeni Suriye rejimi, ideolojik bir devlet olmak değil demokratik bir cumhuriyet olmak arzusunu beyan etti. Bu yönetim değişikliğine öncülük eden lider Ahmed El Şara, geçmişteki hatalardan ders aldıklarını, demokrasiye inandıklarını, din, dil ve mezhep ayrımına karşı olduklarını ancak bunun için ülkede birliğin olması gerektiğini beyan etti.

Buna rağmen Suriye’nin Akdeniz sahil bölgesini, güneydeki Dera-Süveyda hattını ve kuzeydoğudaki topraklarını karıştırmak için başta İsrail olmak üzere çeşitli aktörler her türlü oyunu oynadılar.

Kuzeydoğu Suriye’de ikinci bir İsrail yaratmak için ellerinden gelen tüm gayreti ortaya koyuyorlar. Bu bölgede yaşayan halkı da baskı ve zulümle kendilerine köle etmeye çalışıyorlar. Peki bir devletin yöneticilerinin birlik ve beraberlik istemesinden daha doğal ne vardır? Bir devletin bir ordusu, bir başkenti olmalıdır demesinden daha tabii ne olabilir?

İşte bütün bunlar görmezden gelinmekte, yeni Suriye’ye âdeta hayat hakkı tanınmamaya çalışılmaktadır.

TERÖR ÖRGÜTÜ SDG’Yİ KIŞKIRTAN İSRAİL

Soruyorum: bunlar yaşanırken, yıllarca Esad rejimini hedef aldığını söyleyen ABD, Batı ve İsrail ne yapıyorlar? Her gün yeni bir istikrarsızlık sayfası açıyorlar. Golan’ı işgal ettikleri yetmiyor gibi onun ötesini de işgal ediyorlar. Yeni Suriye’nin topraklarında hava harekatları düzenliyorlar. Terör örgütü SDG’yi Türkiye’de başlayan “terörsüz Türkiye” sürecine dahil olmasın diye kışkırtıyor, manipüle ediyorlar. Türkiye’nin milli güvenliğini, egemenlik haklarını, vatandaşlarımızın huzurunu tehdit eden mahfillere ve gelişmelere çanak tutmaktan geri durmuyorlar.

Tüm bu gelişmeler bizim en uzun kara sınırımızın hemen güneyinde cereyan ediyor. Türkiye bilindiği gibi 2016’daki hain darbe girişiminden sonra Suriye topraklarında dört büyük harekâtla tüm bu çabaların aslında boş olduğunu ortaya koymuş, bunun bedelini de ödetmiştir.

Ancak birileri hâlâ akıllanmamakta ısrar etmekte, huzuru ve barış değil, kavgayı ve kaosu beslemektedir. Terörsüz Türkiye’nin terörsüz ve istikrarlı bir bölgeyi inşa edecek olmasından da rahatsızlık duyulmaktadır.

Öte yandan Türkiye’nin kuzeyinde de 2022 yılından beri bir Rusya-Ukrayna savaşı sürüyor. Her iki devlet de Türkiye’nin çok yakın ilişkileri olan devletlerdir ve Türkiye bu savaşın bir an önce bitmesini arzu etmektedir. Dünya şahittir ki bu yönde birçok adımı da atmış bulunmaktadır. Ancak dünyanın bugünkü hali bu konuda da yeterince umut vermekten uzaktır.

Türkiye, tarihin her döneminde dünyadaki mazlum milletlerin vaziyetine ilgi duymuş, gücü yettiğinde bunların imdadına yetişmeye gayret etmiştir. Bu konuda sadece kendi soydaşlarını veya dindaşlarını kollamak biçiminde hareket etmiş de değildir. Bunun en çarpıcı örneği Osmanlı döneminde İspanya’dan kovulan Yahudilere açılan kucaktır.

TÜRKİYE TEK BOYUTLU DIŞ POLİTİKAYI AŞTI

Türkiye bir ulus devlettir. Ancak aynı zamanda bir imparatorluk bakiyesidir. Bizim çağrımızda işaret edilen bir çift başlı kartal sembolü vardır. Buradan kastımız, Doğuya da Batı’ya da baktığımız, her iki yönü de gördüğümüz hususudur. Türkiye tek boyutlu, tek renkli, tek vektörlü bir dış politikayı çoktan aşmıştır. Latin Amerika’dan Pasifiğe kadar geniş bir alana dair ilgisi, bilgisi ve bunlara ilişkin beklentileri vardır.

Bugün dünya devletlerinin çoğu, insanlığın ezici çoğunluğu hakça olmayan adaletsiz bir uluslararası sistem bulunduğu noktasında hemfikirdir. BM’in tüzel kişiliğinde temsil edilen uluslararası hukuksal düzen insanlığa barış ve güvenlik getirememekte, ancak BM’de reform talepleri hayata geçirilememektedir.

Sayın Cumhurbaşkanının “Dünya Beşten Büyüktür!” çıkışı anlamlı ve doğrudur. BM’de Güvenlik Konseyinin yapısında, veto yetkisinin niteliğinde mutlak suretle değişiklik gerekmektedir. Gelin görün ki bu çağrıları kuvveden fiile geçirecek olan tek başına Türkiye değildir. Esasen Türkiye’nin istikrarlı ve ısrarlı girişimlerinin bir farkındalık yarattığı ve benzer seslerin yükseldiği de bir vakıadır.

NEDEN ‘TRÇ’ İTTİFAKI

MHP Lideri Devlet Bahçeli, anlattığı gelişmeler ışığında neden böyle bir açıklama yapma gereği duyduğunu ise şöyle açıkladı:

Türkiye’nin acil güvenlik ihtiyaçları bulunmaktadır. Türkiye, komşularının toprak bütünlüğünü herkesten fazla isteyen ve bunun için en ağır bedelleri ödeyen bir devlettir. Vasıtalı savaş unsurlarıyla, petro-dolar siyasetleriyle, lobicilikle buna karşı mücadele eden tüm aktörlerle baş başa kalmayı da göze alabilecek kapasitededir. Bununla birlikte, bölgesel olarak daha kalıcı daha uzun soluklu istikrar ve güvenlik bölge devletlerinin dayanışma içinde olmaları ve temel ilkelerde anlaşmalarına bağlıdır.

Avrasya bölgesi, tarih boyunca mücadele alanı olmuştur. Bu alanın kimi bölgeleri tarihte; mihver bölge, pilot bölge, kalpgâh bölge diye anılmıştır. Fakat Avrasya’ya hâkimiyetin dünyaya hâkimiyetin en önemli aşaması olduğuna kuşku olmamıştır.

Avrasya, Avrupa ve Asya’nın birleşimidir. Bunun merkezinde de Hazar Havzası bulunur. Hazar Havzası, Türkiye için tam bir bitişik alandır. Türkiye bu havzadan akan hidrokarbon kaynaklarının menfez ülkesi durumundadır. Buradan etki alır, buraya etkide bulunur.

Öte yandan dünyanın ekonomik üretimi doğuya, uzak Asya’ya kaymıştır. Japonya, Çin, Güney Kore, Endonezya, Malezya, Singapur, Hindistan, Pakistan hatta Vietnam gibi ülkelerdeki toplam üretim Batı ülkelerindeki toplam üretimi aşmış, katlamıştır. Bunun geri döndürülmesi de şimdilik mümkün görünmemektedir. Eskiden sınırlı alanlarda ve taklit ürünlerde kendini gösteren Asya üretimi bugün en yüksek kalitede en teknoloji yoğun ürünleri içerecek biçime gelmiştir.

Dünyanın kuzey sektöründe ise Rusya tüm sarsıntılara rağmen askeri ve siyasi bir güç olarak varlığını sürdürmektedir. Batı’dan “NATO’nun genişletilmemesi, Rusya sınırlarında askeri yığınaklar olmaması, Rusya dışındaki Rusların varlıklarına zarar verilmemesi” gibi talepleri vardır. Elbette bu talepler, Ukrayna topraklarının işgal edilmesini haklı çıkarmaz. Ancak perde arkasında daha çok boyutlu bir Batı-Rusya mücadelesi olduğu da herkesin malumudur.

Avrasya’nın ortası Türk Dünyasıdır. Bu bölgede artık bugün bir uluslararası aktör olarak Türk Devletleri Teşkilatı bulunmaktadır. Beş daimi üyesi, üç gözlemci üyesi vardır. Bu devletler geleceğe birlikte yürümek istemektedirler. Bunların içinde NATO üyesi olan Türkiye olduğu gibi hem Kolektif Güvenlik Antlaşması (KGA) örgütü üyesi hem Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyesi olan Kazakistan ve Kırgızistan da vardır. Keza Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan, Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) de üyedirler. Bu etki gücü yüksek yapıların merkezinde Rusya ve Çin’in bulunduğu da bilinmektedir.

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT); Batı, Rusya ve Çin arasındaki mücadelede cazibe ve güç merkezi olabilecektir. Bunun için Avrasya coğrafyasının üç gücünün eşit konumlarda bir araya gelişi esastır. Bunlar Türkiye, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’dir.

AVRASYA COĞRAFYASINDA EŞİT PAYDAŞLIK

Böyle bir ortak zeminin oluşmasıyla birlikte, BDT, ŞİÖ ve TDT, birbirlerinin hukukunu, varlığını gözeten, devletlerin egemen eşitliği ve hukukun üstünlüğü ilkelerine saygılı bir anlayışla dünyayı yeniden bir düzene kavuşturabileceklerdir. Bu süreçte hiçbir egemen devletin bir başka devletin yörüngesinde hareket etmesi beklenmemelidir. Müreffeh ve huzurlu bir bölgenin inşası için Avrasya coğrafyasında eşit paydaşlık sözkonusu olmalıdır.

Burada öncelikli hedef siyasi istişare ve işbirliği ile ekonomide çok boyutlu işbirliğidir. Ancak uluslararası güvenlik alanındaki mevcut kaos hâli sürerse bu birlikteliğin güvenlik boyutunu kazanması da kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir.

Türkiye’nin NATO üyeliği eğer Türkiye’yi NATO içinden gelebilecek muhtemel saldırılara karşı korumanın ötesine geçemiyorsa, bazı NATO müttefiklerimiz en hayati önceliklerimizi ve taleplerimizi görmezden gelebiliyorlarsa, kamuoyunda da bu noktada ciddi bir tepki yükselmişse Türkiye’nin tarihsel vizyonuyla mütenasip biçimde her iki yöne bakma zamanı gelmiştir.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, “MHP, dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek olarak Türkiye, Rusya ve Çin’den müteşekkil ‘TRÇ’ ittifakının inşa edilmesini önermektedir” açıklaması yaptı.

TÜRKİYE, RUSYA VE ÇİN’İN POTANSİYELİ

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şunları söyledi:

Türkiye–Rusya–Çin (TRÇ) ittifakına ilişkin çağrımız, Türkiye’nin güvenlik mimarisi ve dış politika yönelimi bakımından stratejik nitelikte bir tartışma başlatmış, ulusal ve uluslararası basında yer bulmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi, dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek olarak Türkiye, Rusya ve Çin’den müteşekkil “TRÇ” ittifakının inşa edilmesini önermektedir.

Türkiye, Rusya ve Çin sahip olduğu potansiyel ile

Küresel nüfusun %20’sine,

Küresel toprak büyüklüğünün %20,46’sına,

Küresel GSYİH’nin %19,57’sine,

Küresel mal ihracatının %17,42’sine,

Küresel askeri harcamaların %17,96’sına,

Küresel seviyedeki toplam askeri mevcudiye-tinin %16,9’una eşittir.

Küresel potansiyel dikkate alındığında; yeni küresel finans sistemini inşa, yeni küresel rezerv para birimine sahip olma, yeni küresel savunma alanı ve doktrini oluşturabilme kudreti, yeni ve daha adil bir küresel sistem kurma irade ve hedefi başlıklarının da hayata geçirilebileceğini, böylelikle küresel barış ve istikrarın tesisi için insanlık adına alternatif ve huzurlu bir dünya inşasının mümkün olabileceğini de göstermektedir.

ÇİFT YÖNLÜ JEOPOLİTİK VİZYON

Bilindiği üzere, Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Soğuk savaş döneminin sona ermesi sonrasında yeni işbirliği imkân ve perspektifleri ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki diplomatik ilişkiler 1971 yılında tesis edilmiş, 2010 yılında “stratejik iş birliği” düzeyine yükseltilmiştir. Hâlen ekonomik ve ticari konular her iki ülke ilişkilerimizin itici gücünü oluşturmaktadır. Bununla birlikte bölgesel güvenliği, barış ve huzuru esas alan çok yönlü iş birliği imkânları da kuşkusuz mümkündür.

Hatırlanacağı gibi daha evvel müteaddit defalar dış politika anlayışımızı ifade ederken “çift başlı Selçuklu kartalından ilham alan bir kavrayışla hem Doğu’ya hem Batı’ya elimizi uzatır, her iki yöne başımızı ve bakışımızı çeviririz” diyerek çift yönlü bir jeopolitik vizyonla stratejimizi temellendirmiştik.

ÇOK KATMANLI ORTAKLIK MODELİ

Önerimizin, Türkiye’nin mevcut güvenlik mimarisini (NATO) bütünüyle ikame etmeye yönelen bir adım olarak değil, çok kutuplu sistemde ek bir etki vektörü üretmeye dönük stratejik bir çerçeve olarak okunması isabetli olacaktır. Bu bakımdan TRÇ, öncelikle bir “askerî blok”tan ziyade enerji, ulaştırma, sanayi/teknoloji, finans ve kriz diplomasisi alanlarında işlevsel yakınsama yaratmayı hedefleyen, katmanlı bir ortaklık modeli olarak tasavvur edilebilecektir.

Tarihsel bağlam hatırlandığında, Türkiye’nin NATO üyeliğinin caydırıcılık ve güvenlik açısından sağladığı çerçevenin göz ardı edilmemesi gerekir. Bu nedenle TRÇ’nin askerî nitelikte kurgulanmaması, NATO yükümlülükleriyle çelişmeyen sivil-ekonomik sütunlar etrafında kurumsallaşması daha uygun olabilecektir. Böyle bir yaklaşım, ittifaklar arası bir sıfır toplamlı tercih doğurmadan Türkiye’nin manevra alanını genişletebilecek; söylemi somut ve ölçülebilir çıktılara bağlayabilecektir.

GELİRLERİMİZ ARTABİLİR

Bu çerçevede TRÇ’nin altı, bazı işlevsel sütunlarla doldurulabilecektir. Enerji ve iklim geçişinde, doğal gaz ticaret merkezi (hub) tasarımı, depolama ve LNG kapasitesi ile nükleer/yenilenebilir projelerde eş-finansman Türkiye’nin arz güvenliği ve fiyat istikrarına katkı sağlayabilecek, ulaştırma-lojistikte, Orta Koridor’un (Kafkasya-Anadolu-Avrupa) demir yolu, Ro-Ro ve liman entegrasyonları ile gümrükte “tek pencere” uygulamaları transit süresini kısaltarak Türkiye’nin stratejik transit gelirini artırabilecektir.

Sanayi-teknolojide, uydu/uzay, batarya-elektrikli mobilite, petrokimya ve tarımsal sulama teknolojilerinde ortak Ar-Ge ve eş-üretim (co-production) programları, tedarik zinciri yerelleşmesini hızlandırabilecektir. Finansta, yerel para cinsinden ticaret, swap hatları ve kalkınma bankası benzeri proje finansmanı araçları, yaptırım ve döngüsel şoklara karşı finansal tampon işlevi görebilecektir. Kriz diplomasisinde ise Suriye, Güney Kafkasya ve Karadeniz deniz/tahıl koridoru gibi dosyalarda üçlü istişare mekanizmaları, Türkiye’nin ara buluculuk kapasitesini destekleyebilecektir.

ÇİN-RUSYA PAZARINA ERİŞİM

Diğer yandan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ülkelerinin ihracat-ithalatı daha hızlı ve düşük maliyetle Avrupa-Asya hatlarına bağlanabilecek; Orta Asya’da ortak organize sanayi bölgeleri ve tedarik ağları Türk üreticilerinin Çin/Rusya pazarlarına tercihli erişimine katkı sunabilecektir. Yapılacak iş birliği sonucu dönemsel çıkar örtüşmezliklerinin operasyonel iş birliğinin ritmini etkilemesinin önüne geçilebilecektir.

Şüphesiz ki kurulacak ittifakta egemen eşitlik ve karşılıklı fayda ilkeleri, açık standartlar ve çok taraflı şeffaf finansman tercihlerinin ön planda tutulması gerekmektedir. Biz tüm meselelere Türkiye merkezli bakıyor aynı zamanda da bölgesel ve küresel barış ve istikrarı çok önemsiyoruz.

Bu yönüyle değerlendirildiğinde, böyle bir katmanlı TRÇ tasarımı; öncelikle sivil-ekonomik alanlarda çeşitlenme, dış ekonomik şoklara karşı dayanıklılık, diplomatik masada pazarlık gücü ve ara buluculuk kapasitesinde artış, orta-yüksek teknolojiye geçişte yerelleşme ve ihracat etkileri gibi kazanımlar sağlayabilir. Batı-Körfez-Doğu hatlarında portföy çeşitlendirmesini mümkün kılabilir, TDT kamuoyundaki duyarlılıklara koruyucu diplomasi ile yaklaşmak suretiyle “çifte sigorta” (NATO yükümlülükleri + TRÇ’de uyumlu alanlarda derinleşme) ilkesi gözetilerek küresel barışa önemli katkı sağlayabilecektir.

BARIŞA VE HUZURA KATKI

TRÇ çağrısı, “çift başlı kartal” vizyonuyla birlikte okunduğunda, Türkiye’nin tek eksene hapsolmayan, katmanlı ve seçici bir dış politika enstrümanına işaret etmektedir. Bu enstrüman, NATO’dan kopmadan ve TDT-2040 hedefleriyle çelişmeden; enerji-lojistik-finans-teknoloji eksenlerinde işlevsel yakınsama ürettiği ölçüde Türkiye’nin menfaatlerine hizmet edebilecektir.

Uygulamanın başarısı, söylemin kurumsal tasarıma, tasarımın ise ölçülebilir çıktılara (örneğin maliyet düşüşü, transit süresi kısalması, yerelleşme oranı, yerel para ticaret payı, yeni pazar payı) dönüştürülmesine bağlı olacaktır. Bu yaklaşım, hem dengeleyici stratejik vizyonu destekleyecek hem de Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarıyla uyumlu bir yol haritası sunacaktır.

Yukarıda da ifade ettiğim gibi öncelikli hedef, siyasi istişare ve iş birliği ile ekonomide çok boyutlu iş birliği olsa da uluslararası güvenlik alanındaki mevcut kaos hâli sürerse bu birlikteliğin güvenlik boyutu dâhil barış ve huzura katkı verebilecek unsurlarla desteklenmesi de söz konusu olabilecek, kaçınılmaz olarak gündeme gelebilecektir.

TÜRK MİLLETİ KADİM MİLLETTİR

Bununla birlikte Türk milletinin tarih sahnesinde olduğu her dönemde milli hedefler istikametinde stratejik kararlar alan, bağımsızlık ve egemenlik haklarından taviz vermeden gelişmeleri değerlendiren kadim bir geleneğe sahip olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Öne çıkan 16 Türk devletinden sonra çöken bir imparatorluktan, işgal edilmiş vatan topraklarından Atatürk’ün liderliğinde ortaya konulan Milli Mücadele ile Türk devletlerinin kesintiye uğramaksızın yeni güçlü halkası olan Cumhuriyetimizi kurduğumuz unutulmamalıdır.

Türk milleti, yaşayan topluluklar içerisinde en eski köklere sahip kadim bir millettir. Tarih boyunca birçok coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Türk milleti doğuda Japon Denizi’nden, batıda Baltık Denizi’ne; Kazan-Güney Sibirya hattından güneyde Hindistan’a; Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzanan sahada, belirli zaman dilimleri içinde hükümran olmuştur.

Avrasya bozkırları çeşitli adlar altındaki Türk kavimlerinin vatan topraklarını oluşturmuştur. Türk tarihi, beş bin yılı aşkın bir devamlılık arz etmesi yanında, dünya medeniyetine sağladığı katkılar bakımından da insanlık tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Türk tarihinden ayrı bir tarih düşünülemez. Bugünkü Batı medeniyetini meydana getiren toplulukların her biri tarih boyunca Türklerle ilişkiler kurmuşlar, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda karşılıklı etkileşim içinde bulunmuşlardır.

TÜRKİYE SADECE BİR ÜLKE ADI DEĞİL

Siyasi, sosyal ve kültürel alanda bu coğrafi sahada Türk etkisi yüzyıllar boyunca devam etmiş, hâlen de yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Mete Han’dan Atilla’ya atalarımız Doğu’dan Batı’ya uzanan geniş coğrafyada hükümran olmuşlardır. Türk kültürünün bütün unsurlarını bu mekân üzerinde, geniş coğrafi hareketliliğe rağmen bir arada tutan ve bugünlere taşıyan temel sosyokültürel yapılar zaman içinde gelişme göstererek günümüze gelmiştir.

Türk milleti türedi bir topluluk olmadığı gibi, Türkiye’nin de sadece bir ülkenin adı değil, görkemli bir medeniyetin ve zengin Türk-İslam geleneğinin mirasını barındıran toprakların adı olduğu ve dünyada yeni buluşma ve uzlaşmalar için bir sembol değeri taşıdığı gerçektir.

21’inci yüzyılın adil ve insani bir mecraya sokulmasının yolu; ülkeler arasında sürdürülebilir bir rekabet ortamıyla birlikte teknolojik imkânların tüm insanlığın ortak geleceğine hizmet edecek şekilde kullanılması, alınacak ortak bir tavırla yetersiz beslenme ve barınma şartları nedeniyle ölen insanların kalmaması, temel insan hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınması, kültürler ve medeniyetler arasında ekilmeye çalışılan kin ve nefret tohumları yerine karşılıklı saygı, hoşgörü ve anlayışa dayalı iş birliği çabalarının desteklenmesi ile küresel barış ve huzura samimi katkı vermekten ve bunlara ilişkin uluslararası kurumların yeniden inşasından geçmektedir.

YENİ İŞ BİRLİĞİ FIRSATLARI

İki kutupluluğa dayanan soğuk savaş dönemi sonrası yaşanan küresel çalkantılar, oluşturulmaya çalışılan yeni ittifaklar ve ticaret savaşları yeni çatışma alanlarının oluşmasına aynı zamanda da yeni iş birliği fırsatlarının doğmasına yol açmıştır.

Biz bu iş birliği fırsatlarının değerlendirilmesine önem veriyor, bunu çok kıymetli buluyoruz. Mevcut dünya düzeni ve buna bağlı ortaya çıkabilecek alternatif gelecek senaryolarına karşı Türkiye’nin geliştireceği politikalara ışık tutmak, partimizin milletimize karşı sorumluluğudur diye değerlendiriyoruz.

Gündem Haberleri