Alaska zirvesi yalta değil: Kırılgan masa, taktiksel iş birliği

Siyasal iletişimci ve yazar Nur Tuğba Aktay, Trump-Putin görüşmesinin yeni bir dünya düzeni başlatacak nitelikte olmadığını, yalnızca krizlerin kontrolden çıkmasını önlemeye dönük sınırlı bir girişim olduğunu vurguladı.

Alaska’da gerçekleşen Trump-Putin zirvesi, liderlerin donuk beden dili, sınırlı meşruiyet işaretleri ve kırılgan diplomatik atmosferiyle dikkat çekti. Siyasal İletişimci Nur Tuğba Aktay, zirveyi Yalta ile kıyaslamanın tarihsel açıdan hatalı olduğunu belirterek, “Bu masa güçlü bir mutabakat değil, gerilimi sınırlı tutmaya dönük bir taktiksel iş birliği masası” değerlendirmesinde bulundu.

KIRMIZI HALI SEREMONİSİ, SINIRLI MEŞRUİYET VE MESAFELİ JEST

Alaska Zirvesi’nde gerçekleşen Trump-Putin diyaloğu, Biden döneminde neredeyse kopma noktasına gelen ABD–Rusya ilişkilerinin onarılması ve normalleşmesi yönünde atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir mi?

Nur Tuğba Aktay, Alaska Zirvesi’ni tek başına bir dönüm noktası olarak görmek için erken olduğunu vurguluyor. Biden döneminde Washington-Moskova ilişkileri, Ukrayna savaşı nedeniyle neredeyse tamamen kopma noktasına gelmişti. Trump’ın yeniden görüşme çabaları ise en azından iletişim kanallarını açma niyeti taşıyor. İki liderin soğuk ve kontrollü beden dili, güvenin henüz oluşmadığını ancak diyaloğa yönelik asgari bir nezaketin var olduğunu gösteriyor.Bu da bir yumuşama sürecinin ilk adımı olarak değerlendirilebilir.

Aktay’a göre özellikle dikkat çeken nokta, zirvedeki kırmızı halı seremonisi. Diplomasi tarihinde kırmızı halı, karşı tarafı meşru muhatap olarak kabul etmenin güçlü bir simgesi. ABD’nin Rusya’ya “tamamen dışlamıyorum, konuşmaya değer bir aktörsün” mesajı vermesi anlamına geliyor. Ancak liderlerin kırmızı halıda birbirleriyle göz temasından kaçınmaları ve donuk tavırları, bu meşruiyetin sınırlı ve kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Zirve hem diplomatik bir jest hem de mesafeli bir uyarı niteliği taşıyor.

Alaska’dan yeni bir dünya düzeni çıkmaz; ama mevcut düzensizliğin daha da kaosa sürüklenmesini engelleyecek sınırlı anlaşmalar çıkabilir. Bugünün gerçekliği, liderlerin dünyayı bölüşme kudretine değil, krizleri yönetme zorunluluğuna işaret ediyor.

Alaska Zirvesi ve olası devamındaki ABD-Rusya görüşmeleri, Yalta sonrası gibi yeni bir dünya düzeninin kapısını aralar mı?

Nur Tuğba Aktay, Yalta benzetmesinin çekici olduğunu çünkü büyük liderler buluşmalarının genellikle “yeni bir düzen kuruluyor mu?” sorusunu beraberinde getirdiğini ifade ediyor. Ancak Alaska Zirvesi’ni Yalta ile kıyaslamanın tarihsel bağlam ve güç dengeleri açısından doğru olmadığını vurguluyor.

1945’te Yalta, İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri arasında, savaş sonrası dünya düzeninin yeniden tasarlandığı bir zafer masasıydı. O dönemde Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere, sistemi belirleyen hegemonya gücüne sahipti.

Bugün ise durum farklı; Ukrayna’daki savaş devam ediyor, Orta Doğu’da çatışmalar sürüyor, Asya-Pasifik’te yeni gerilimler yaşanıyor. Yani burada bitmiş bir savaş sonrası mutabakat değil, süregiden krizlerin ortasında bir görüşme yapılıyor. Ayrıca 1945’te iki kutuplu bir sistem oluşurken, günümüzde çok kutuplu ve dağınık bir küresel yapı var. Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Körfez ülkeleri ve Afrika’daki yeni aktörler global siyasetin önemli parçaları haline geldi. ABD ve Rusya artık dünyayı ikiye bölecek güce sahip değil.

ALASKA ZİRVESİ: KIRILGAN MASA VE TAKTİKSEL İŞ BİRLİĞİ

Yalta’daki masa güçlü ve kararlar uzun ömürlüydü, oysa Alaska’daki masa kırılgan; liderler birbirine güvenmiyor, sadece asgari diplomatik temas kurabiliyorlar. Bu nedenle Alaska Zirvesi, küresel düzeni yeniden inşa edecek bir Yalta 2 değil. Daha çok taktiksel bir ateşkes masası veya belirli alanlarda enerji, nükleer silah kontrolü, siber güvenlik ve bölgesel çatışmalar gibi iş birliği arayışını yansıtıyor. Temel amaç, büyük bir mutabakat değil, gerilimin kontrolden çıkmasını önlemeye yönelik bir manevra.

TRUMP’IN GÜÇ GÖSTERİSİ VE AVRUPA’NIN STRATEJİK ÖZERKLİK ARAYIŞI

Başkan Trump’ın Oval Ofis’te Avrupalı liderleri adeta bir öğretmen gibi masasının önünde sıraya dizmesi ve liderlerin memnuniyetsiz ifadeleri, ABD’nin Avrupa üzerindeki güç algısını güçlendiriyor. Bu tür sembolik görüntüler, ABD-Avrupa ilişkilerinde yeni bir dengesizlik mi doğuruyor?

Nur Tuğba Aktay, Trump’ın Oval Ofis’te Avrupalı liderleri kendi masasının önünde sıralamasının, ABD’nin Avrupa üzerindeki tarihsel hiyerarşisini sembolik olarak yeniden hatırlattığını belirtiyor. Bu jest, Atlantik İttifakı’nın Soğuk Savaş’tan beri süregelen asimetrik yapısını yansıtıyor; ABD güvenlik sağlayan ve emir veren taraf, Avrupa ise itaat eden taraf konumunda.

Ancak günümüz Avrupa’sı artık 1950’lerin ya da 1990’ların Avrupa’sı değil. Brexit sonrası kimlik krizine rağmen Avrupa Birliği, enerji güvenliği, dijital dönüşüm ve stratejik savunma gibi alanlarda kendi özerkliğini artırma çabasında. Almanya ve Fransa liderliğinde yükselen Avrupa stratejik özerkliği fikri, Trump’ın bu sembolik jestiyle daha da güçleniyor. Liderlerin huzursuz yüz ifadeleri, güç dengelerinin sorgulandığını gösteriyor.

Fotoğraf ABD’nin mutlak liderliğini pekiştirmekten çok, Avrupa’da bağımsızlık arayışlarını tetikleyebilir. Macron’un “Avrupa kendi güvenlik mimarisini kurmalı” açıklamaları, Almanya’nın savunma harcamalarındaki artış ve Avrupa savunma fonlarının güçlenmesi bu eğilimin işaretleri.

Sonuçta, bu kare Trump’ın kısa vadeli otoritesini gösterse de orta ve uzun vadede Atlantik ittifakının içindeki gerilimleri artırma potansiyeline sahip. Fotoğraf hem bir güç gösterisi hem de Avrupa’nın Washington’dan uzaklaşma motivasyonunu besleyen önemli bir dönüm noktasıdır.

“NETANYAHU’NUN ULUSLARARASI YALNIZLIĞI”

Trump, Netanyahu'yu 'savaş kahramanı' olarak tanımlayarak, “O iyi bir adam, mücadele ediyor. Birlikte çalıştık ve o bir savaş kahramanı. Sanırım ben de öyleyim” ifadelerini kullandı. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Nur Tuğba Aktay’a göre, Trump’ın Netanyahu’yu savaş kahramanı olarak tanımlaması yüzeyde bir övgü gibi görünse de çok katmanlı ve stratejik bir hamledir. İç siyasette, bu açıklama güçlü İsrail lobisine ve muhafazakâr Cumhuriyetçi tabana net bir mesaj vererek 2024 seçimleri öncesi tabanı birleştirme amacını taşıyor. Dış politikada ise Netanyahu’nun uluslararası yalnızlığını kırmayı ve İsrail’in imajını ABD himayesiyle güçlendirmeyi hedefliyor; bu, ABD’nin Orta Doğu’daki belirleyici rolünü hatırlatan bir güç sinyalidir.

Trump’ın “Sanırım ben de öyleyim” sözleri ise sadece alçakgönüllülük değil; liderlik mitini tazeleyen, hem iç kamuoyunda cesur ve kararlı bir figür olarak algılanmasını sağlayan hem de küresel aktörler nezdinde baskın otorite imajını güçlendiren bir stratejidir. Tarihsel olarak güçlü liderler, sembolik olarak ittifakları hizaya sokma eğilimindedir; Trump da benzer bir psikolojik diplomasiyi kullanıyor.

Sonuç olarak, Trump’ın açıklaması sadece Netanyahu’yu övmek değil; ABD iç siyaseti, Orta Doğu dengeleri ve küresel sahnede çok yönlü bir güç mesajı taşıyor. Trump hem liderlik mitini tazeliyor hem de uluslararası aktörlere “Ben hâlâ oyundayım ve kuralları ben belirlerim” sinyalini veriyor.

ekoltv.com.tr: Senem ULUHAN
Röportaj: Siyasal iletişimci ve yazar Nur Tuğba Aktay

Gündem Haberleri